Sayfalar

29 Aralık 2010 Çarşamba

Kentli Olma Bilinci

Yaşadığımız şehrin yaşanabilir bir hale gelmesi biraz da bizim elimizde.
Şehir, içinde barındırdığı insanların sorumluluk ve duyarlılığı ile;
Doğal emanetlerin korunduğu,
Alt yapısının tamamlandığı,
Çöp ve izmaritlerin yere atılmadığı,
Kaldırımların araç ve dükkan sahiplerince işgal edilmediği,
Tertemiz bir çevresi olan sağlıklı bir kent görünümüne kavuşabilir.
Böyle bir şehirde yaşamak mümkün.
Bu anlamda yapılacak bireysel çabalar sonuçsuz kalmayacağı gibi "kentli olma" yolundaki bakış açımızı da geliştirecektir.
Bakış açısındaki farklılık eğitimden geçer.
Zaman ister, sabır ister.
Ve emek ister.
Nefes alınabilir bir şehir temeli oluşturur.
Şehirde yaşamak, sorumluluk taşımak demekse; şehrin düzenine ve birlikte yaşadığımız diğer insanlara saygı duymayı da gerektirir.
Çünkü kent, paylaşmak demektir.
Aynı cadde ve sokakları kullanmak, aynı parklarda oturmak, aynı sağlık hizmetlerinden faydalanmak, şehre anlam katan güzelleştiren insanlarla aynı dili konuşmak demektir.
İnsanları buluşturan, bir araya getiren toplu yaşama kültürü ve bu kültürün getirdiği duyarlılık; toplumsal barışı zedelemeden, kentlilik bilincinin oldukça zayıf olduğu Kırıkkale'mizde, tepkili vatandaş olmayı artık zorunlu kılıyor.
Köy kültüründen yıllardır kurtulamadığımız bir gerçek.
"Hemşericilik" in  ve hatır-gönül gözetmenin getirdiği plansız yapılaşmaların ötesinde,
"Çöplük görünümünde bir il" imajından duyduğumuz rahatsızlık sabrımızı bitirme noktasına getiriyor.
Bu şehirde yaşayan bir birey olarak bu sorumluluğun salt belediyeye ait olduğunu düşünüyorsak,
Kirlilik boyutunun gelinen noktasındaki temel nedeni oluşturan bu acı gerçeği de çıkarmış oluruz ortaya.
Hepimiz şehrin bir parçasıyız.
Yaşadığımız yerin yaşanabilinir bir yer olması ancak sorumluluklar üstlendiğimiz oranda ve ekolojik bir toplum bilinciyle gerçekleştirilebilinir.
Unutmayalım ki şehri insanlar yapar.
İçinde yaşayan insanlar güzelleştirir.
İnsanlardaki farklılıklar yansır çehresine.
Olumsuzlukları sorgulamadığımız,
Yapılması gerekenleri sürekli başkalarından beklediğimiz,
Ve tepkisiz kaldığımız sürece "birbirinin aynısı insanlar" gibi yaşamaya devam ederiz.

Ferda Balkaya Çetin

28 Aralık 2010 Salı

Fırça Darbelerinden Tuvale



    İnsanın doğasında var olan güzelliğe olan ihtiyacı hiç bitmez.
    Güneşin batışındaki sarının, morun, kırmızının gökyüzünden muhteşem yansıyışı,
    Mevsim renkleriyle bezenmiş yeşil yamaçlar arasından akan bembeyaz köpüklü bir çağlayan,
    Ufuktaki dağların, ağaçların üzerine çöken yağmur, sis ve güneşin armonisi,
    Masmavi duru bir denizin gönlümüzde uyandırdığı o eşsiz coşku, duygu ve düşüncelerimize direkt hitap ederken ruhumuzu inceltir de…
    İşte,
    Etkili bir anlatım aracı olan resim sanatı,
    Hissettiğimiz bu güzellikleri  tuvale taşır fırça darbeleriyle.
  
   28.05.2009 Perşembe günü,
   Yıldırım Beyazıt İlköğretim Okulu 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin Kırıkkale Kültür Merkezi’ nde açmış oldukları “Resim Sergisi”ne davetliydim.
   Sergide röprodüksiyon ağırlıklı 150 yağlı boya eser yer almış.
   Resimleri incelerken ünlü ressamların eserlerine, yaşam öykülerine doğru anlamlı bir yolculuk yaptım; sanatla yaşam arasındaki köprüden geçerek…
   Van Gogh, Bellini Gentile, Salvodor Dali, İbrahim Çallı, Abidin Dino, Pablo Picasso…
   “Bir sanat eserinin aslına uygun kopyası” diye tanımlanan röprodüksiyon çalışmaları,
   Gençlerin hayal dünyalarına farklı yaklaşımlar taşıması açısından önem arzettiği gibi,
   Bu yolla,
   Hem ünlü ressamların resim tekniğini öğrenirken hem de onların yaşam öykülerini de öğrenerek gelecekte kendisi için gerekli olabilecek dersleri de çıkarma şansını yakalıyor.
   Resimler orjinallerini aratmayacak özellikte.
  Picasso’nun beğendiğim bir resmi dikkatimi çekiyor.
  Bir portre çalışması.
  Duygu yüklü.
  Kadın yüzü.
  Kübist olarak adlandırılan tarzda bir tablosu.
  “Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıdır. Resmedilen nesneler geometrik forumlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş yahut geometrik şekillere bölünmüştür. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki (üç boyutlu) bir cismi iki boyutlu  yüzeye aktarma çabasıdır. Bu amaçla Picasso, şekilleri yanal yüzlerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışır. Yine bu nedenden portrelerindeki insanların hem profili, hem de önden görünüşü görülmektedir.”

  Resmi yapan 7-A sınıfı öğrencisi Kübra Üstün,
  Resimle ilgili bilgiler veriyor bana:
  “Burada bir isyan var. Picasso, o zamanlarda kadınların kendilerini ifade etmeleri zor olduğundan bu isyanı  resme yansıtmış. Bu kadının bir yüzü aydınlık diğer yüzü karanlık. Aydınlık yüzü rahata ermiş, ancak karanlık yüzü ağlıyor.”
   Her biri diğerinden güzel, aslını bozmadan özenle yapılan çalışmalar iyi bir gözlemci olmayı da öğretiyor.
   Ve sabrın ortaya çıkardığı sonucu.
   Ve gelecekte sanat yaşamlarına dair ipuçları veriyor.
   Resim öğretmeni Özden Şahin Duman,
  Öğrencilerin ünlü ressamların resimlerini istekle araştırdıklarını, onların sanatsal inceliklerini, tekniklerini yakalamaya çalıştıklarını ve bunları yaparken de büyük bir azimle çalıştıklarından söz ediyor. Sevinçle dinliyorum.
   Çünkü,
    Bu sergi,
   Öğrencilerin; toplumun itici gücü olmaya aday,
   Çevreye, topluma, insanlara bir bakış açısı, belki de giriş kapısı olacak.
   Toplumdaki kirlenmeden, çevremizdeki estetik yoksunu binalardan, birbirini dinlemeyen insanlardan, sanatı hiçe sayan politikacılardan sorumlu olan bizlere örnek olarak.
   Genç ressamların fırçasında yeniden can bulan renkler,
   Kendi ruhu ve stiliyle birleştirdiği görme gücüyle oluşturacakları resimlerinin dokusunda yeni bir bakış açısı yeni bir nüans yaratacaklar belki de…
   Gerek sanatsal gerekse sportif faaliyetlerle, yaptıkları etkinliklerle, elde ettikleri derecelerle  adından sık sık söz ettiren Yıldırım Beyazıt İlköğretim Okulu yönetici ve öğretmen kadrosunu,
  
   Serginin oluşumunda yer alan 150 eserin genç ressamlarını ve resim öğretmeni Özden Şahin Duman’ı kutluyorum.

Ferda Balkaya Çetin

Türkü Türkü Yolculuk Anadolu'ya...



  Sevdamızdır türküler.
   Her dinlediğimizde titretir gönül telimizi.
   Anlamlıdır.
   Dokunaklıdır.
   Hatta ağlatır kimi zaman.
   Her birinin ayrı ayrı hikayesi vardır çünkü.
   Ve bu hikayeler telden dile, dilden gönüle süzülür durur.
   En insani yanımızla dinler, duygulanır, hüzünlenir, coşarız.
   Kendi içimizde bitmeyen bir hasret ya da kanayan bir yara değildir salt, o ince sızılar.
   Ortak duyguları ruhumuzda hisseder, birbirimizi türkülerle anlarız.

   İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün 25 Aralık Cuma günü Kültür Merkezi’nde düzenlemiş olduğu “Ustalar Halk Müziği Konseri” tek kelimeyle muhteşemdi.
   Gecenin sunuculuğunu yapan Güzel Sanatlar Lisesi Edebiyat Öğretmeni Ahmet Özer’in coşku ve duygu dolu sesi,
    Halk şiirinin ezgi eşliğinde can bulan kendine özgü söylenişinde gecenin ışıltısına doğru eğlenceli bir yolculuğa çıkacağımızın sinyalini veriyordu. 
    “Orta Anadolu’nun müzik ve oyun kültürünün önemli bir bölümünü oluşturan müziğin otantik biçimiyle kamu oyuna sunulması, tanıtılması ve gelecek kuşaklara aktarılması” amacıyla kurulan ” KESKİN USTALAR MÜZİK VE OYUN TOPLULUĞU “ birbirinden güzel türküleri koro ve solo olarak sundu.
    Kültür Merkezi’nde türküler dile geldi…
    Bugün ayın ışığı,  Neredesin sen, Ah yalan dünya, Cerrahpaşa, Şen olasın Ürgüp, Yüce dağ başında yağan kar idim, Doyulur mu doyulur mu, Zülüf dökülmüş yüze, Aslanım eller, Bağa gel bostana gel, Allı durnam, Hastane önünde incir ağacı, Bahçe duvarından aştım, Kozandağı çatal matal, Menevşe…
    Kemanlarda: Çetin İçten, Seyit Çevik, Verdi Taşan
    Bağlamalarda: Kamil Öge, Duran Taşan, Selahattin Ertürk
    Ritm sazda: Tunay Cöke
    Zurnalarda: Şırnaz Barin, Zeynal Göçmen
    Davullarda: Kenan Cöke, Murat Karakuş ve Adem Göçer    
    Müzikteki ezgiselliğin sözcüklere yansıması gökkuşağındaki yedi rengin halk şiiriyle buluşması gibiydi.
    Sevdamızdır türküler demiştik. Biz de yüreğimizdeki sevdayla yolculuk yaptık türkü türkü Anadolu’ya…
    Kimi türkülerde hüzünlendik, neşelendik kimilerinde.
    Bütünleştik.
    Tek bir yürek olduk adeta.
    Halayın, kaşık oyununun ve davul şovun türkülerle buluştuğu geceden ayrılırken  yüzümüzdeki tebessüm kulağımıza fısıldanan güzel ezgiler eşliğinde devam ediyordu hâlâ…

   Ferda Balkaya Çetin
   

Yeni Yılda Bir Merhaba


   Yeni bir yıl her zaman kendini fark ettirerek gelir” diye bir düşünceye sahipseniz yarına yönelik hayallerinizi kaybetmemişsiniz.
     Yeni bir güne sevinçle uyanmak kadar heyecan verici.
     Farkındalığınız,
    “Her şeye rağmen” hayata tutunabilmek için açılmış yepyeni bir pencere.
     Yürekten sahiplenilen inançlar teselli gibidir geride bırakılan yılın hüzünlerine.
     Unutmak  istemediğiniz hoş anılar kadar unutmayı dilediğiniz olumsuzluklar da vardır elbet.
     Geçen yıllar çok şey öğretiyor insana.
     Alıyor.
     Ekliyor.
    İniş ve çıkışlarla geçmiş bir yılın muhasebesini yapmak,
    İleriye dönük daha sağlam adımların atılmasına zemin hazırlıyor bir bakıma.
    Yüreklendiriyor  insanı.
    Yeni sürprizlerin, heyecanların, sevinçlerin, mutlulukların, paylaşımların, dostlukların yanı sıra yeni zorlukların da yaşanacağı kocaman bir 365 gün var çünkü önümüzde ve her eski yılın bitiminde yeniden başlayacağımız.
    Ruhumuzun derinliklerinde var olan yaşama sevincimiz canlı tutar bizi.
   Bir sonraki yeni güne taşır umutla.
   Belki de “umut” en çok “yeni” lere yakışıyor.
  Ve hep umutlarla gelir yeni yıl.

 Dünya kaybolan şehirlerde arıyor umudu
  Her pencere ufkunu anlatır insanın “ diyordu bir şair…Devam eden hayat kendiliğinden alıveriyordu bizi karmaşasına…Kaybolan şehirlerde mi arıyorduk umudu yoksa kendi pencerelerimizde mi?
     Belki de bir başka şairin “umut yaprakları” dan esintiler kalsın istiyorduk ardımızda…


  “ Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,
    Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
   Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında
   Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
   Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
   Seninle yeşerdiler, seninle soldular…
   Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.”

   Hiç unutamayacağınız sonsuz güzellikler, sevinçler, mutluluklar  sarmalasın sizi yarınlarda.
   Sağlıkla ve sevgiyle.
   Ve huzurla…

  Ferda Balkaya Çetin
  

Öğretmen Olmak


Elim birine değsin
                   Isıtayım üşüyünce
                   Boşa gitmesin
                   son sıcaklığım”
                   Rıfat Ilgaz

                 “Bir sevdadır” öğretmenliğim.
                   Hiç bitmeyen.
                   Öyle başladı, devam ediyor öyle.
                   Uçsuz bucaksız bir gökyüzünde parlayan   yıldızlarımdı
               öğrencilerim.
                   Dağıldık birlikte evrene.
                   Rengârenk çiçeklerimdi dört mevsim bahçemde açan.
                   Bereketli toprağımdan.
                   Hayat veren öz suyumdu dupduru bilgi pınarımdan akan.
                  Öğretmen olmak!
                   Işık ışık yayılmak Mustafa Kemal’in bakışından Anadolu’ya.
                   Dalga dalga sürüklemek onbinleri, çoğalarak.
                   Kucaklamak yaşamı büyüyerek gönüllerde.
                   Ve öğretmen olmak,
                  Dalgalanmak göklerden bayrak bayrak, yansımak insan sevgisiyle
              yeryüzüne…
                   ……
                   adım yok benim sormayın
                   önemli değil nerede yaşadığım da
                   ben ki
                   edirne’den kars’a kadar kök salmışım
                   benim elimde filizlenecek genç beyinler
                   nasıl eğilir nasıl
                   her zaman dik olan bu onurlu başım
                   “bir vatan uğruna yarab ne güneşler batıyor”
                  derken, yürekten duygulanışım
                   belli ki beni örnek alacak
                   oğlum kızım yavrularım
                   özüme ihanet yakışmaz bana
                   değil mi ki hepsi
                   bir cennet vatan uğruna…

                   adım yok benim sormayın
                   ahmet mehmet ayşe  fatma ne fark eder
                   yüreğimde
                   dünyaya örnek bir ulusun gururu
                   elimde
                   Mustafa Kemal’imin meşalesi
                   beyaz tebeşirim
                   “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”
                   ben ki
                   kararmış yüreklere sevgi tohumları saçmışım
                   ilaç olsun diye bir nebze
                   ben ki
                   yavrularıma ilmi insanlığı merhameti öğretmişim
                  örnek kişiliğimde
                  onuruma söz getirtmem

                  adım yok yok sormayın
                  ahmedim  mehmedim  ayşe  fatma emineyim
                  elimde beyaz tebeşirim
                  özümde
                  “varlığım armağan olsun Türk varlığına”
                  vatanımın her köşesinde
                  BEN ÖĞRETMENİM!.

Ferda Balkaya Çetin

Yorumu Size Bırakıyorum



  Aslında aşinası olduğum,
    Bildiğim manzaraları son şekliyle yerinde görmek,
    Bir kez daha canım acıyarak hissetmek ve o hisle yazmak için dolaştım Kırıkkale’mizin en işlek caddelerinde.
    Ankara Caddesi, Zafer Caddesi, Cumhuriyet Caddesi, İzmir Caddesi, Atatürk Bulvarı, Hürriyet Caddesi, Millet Caddesi…
    Evindeki, iş yerindeki, elindeki çöpü iki adım ötesindeki çöp kutusuna,
    Belediye’nin belirlediği saatte konması gereken yere koymayı kendisine yediremeyen insanlardan kalan çöpler olanca ihtişamıyla duruyordu her zamanki yerlerinde.
    En merkezi caddeler bu durumda iken diğer mahalle ve sokakları gezmeden şehrin anatomisini çizmiş olursunuz.
   Bu gördüklerime,
   Diğer gördüklerim;
   Kırmızı ışıkta beklerken araç pencerelerinden vicdanlar sızlamadan atılan sigara izmaritleri, kirletilmiş ıslak mendiller, çiğnenmiş sakızlar,
   Balkon ve pencerelerden gelen geçene hiç dikkat edilmeden silkelenen halı ve kilimler,
   Yıkanan balkon kenarları,
   Güneşi engellemek amacıyla balkonlara gelişigüzel asılan yarısı içerde yarısı dışarıda duran rengârenk perdeler,
   Her gün bir yenisi eklenen yol-kazı çalışmaları,
   İnşaat yapımları da hiç eksilmeyince Kırıkkale için iyice umutsuzluğa kapıldım.
   Yıllardır aynı manzaralara tanık olmaktan dolayı büyük bir üzüntü ve utanç duyuyorum. Bu üzüntü ve utançla sizin de canınızı acıtmak istiyorum.
   Avrupa ülkelerinde çöpler ayrıştırılmadan kapı önlerine konmazken bizler şuursuzca, hiç acımadan, suçluluk duymadan yaşadığımız yeri nefes alınmaz hale getiriyoruz.
   Bunu anlamış değilim.
   Bizler yaşıyoruz bu kentte.
   Kirlilik,
   Bizim görünen yansıyan yüzümüz.
   Neden hâlâ somut adımlar atamıyoruz?
   Oysa tertemiz bir şehir insanın içine ayrı bir sevinç verir.
   Ayrı bir heyecan katar.
   Böyle bir şehirde yaşamayı arzu etmek o şehri temiz tutmakla olur.
   Bu da çok da özel bir çaba  gerektirmiyor.
   Yapacağımız tek bir şey var.
   Kirletmemek.
   Kaldı ki,
   Kentte yaşıyor olmanın ötesinde insan olarak taşıdığımız onur ve sorumluluk,
   Çevremizde yaşanan her türlü olumsuzluğa duyarlı bir insan olmamıza etken olabilmeli.
   Kendi kendimizle durup düşünmek yerine salt birey olarak başladığımızda bile,
   Önce mahalle ve sokaklarımız,
   Sonra cadde, bulvar ve parklarımız,
   Derken tüm şehir temizlenmiş olur.
   İçinde yaşayan güzel insanlarımızın Kırıkkale’ye sahiplenmesiyle olur.
   Kamuoyu baskısıyla olur.
   Birbirimizi uyarmayla olur.
   Toplumsal değerlerin, kent kurallarının göz göre  hiçe sayıldığı,
   Yaşadığımız şehrin güzelliklerine, havasına, suyuna, yeşiline tanıdığımız tanımadığımız insanlarına saygılı olunmadığı sürece,
   Kırıkkale’mizin özlemini çektiğimiz görüntüsüne kavuşacağına dair en ufacık bir umudum yok.
   İçinde yaşadığı nefes aldığı,
   Her türlü olanaklarından, güzelliklerinden rahatlıkla  yararlandığı Kırıkkale’mizi sorumsuzca kirleten ve bundan rahatsız olmayan insanları şiddetle kınıyorum.

Ferda Balkaya Çetin

Babalar İçin



  Bir tılsımı var “baba” sözcüğünün.
  Öğrendiğimiz ilk kelimelerdir.
  Her söylenişte;
  İçimizde büyüyen bir ferahlık,
  Sonsuz bir huzur,
  Hissettirir.
  Paylaştığımız sevinçler, hüzünler, anılar gelir aklımıza.
  Çocukluk günlerinden kalma hayranlığımızla ulaşmaya çalıştığımız kişidir babamız.
  Gücün simgesidir varlığı.
  Kale gibidir arkamızda.
  Umut verir gönlümüze.
  Parçası olduğumuz evrende doğduğumuz andan itibaren öğrenme serüveninin başlangıcında tutar ellerimizden bilinmeze doğru yürürken.
  Sıcacık ve güvenli elleriyle.
  Onun gölgesine sığınmak, inanmak, varlığından güç almak inanılmaz derecede mutlu kılar bizi.
  Korkusuzca attığımız her adımın arkasında desteğini hissederiz.
  Dünyanın en güçlü insanı yapar bizi .
  Sevgisiyle.
                                   *    *   *
  Işıktır.
  Aydınlatır.
  Yol çizer bize.
  Davranışlarından öğreniriz insanlığı.
  Doğruluğu.
  Onurumuzu korumayı.
  Saygı duyarız inançlarına.
  Değerlerine.
 Yorgun argın eve dönüşündeki akşam kavuşmalarının heyecanı bambaşkadır.
  Son noktayı koyar gibidir biten güne.
  Ve hep ona bırakırız son sözü.
  Babamız…
  Mutluluk pınarımız.
  Kanatları altında güvenle yaşadığımız çocukluğumuzun o muhteşem günleri.
  Ve kapıları her an açık baba evimiz.
  “ve o babalara ki
 bize çocukluğumuzu sevdiren
 hepinize gönül dolusu  sevgi
 hepinize selam olsun” 

ferda balkaya çetin

27 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Varmış Bir Yokmuş


  Bir varmışla başlayan hayatın karmaşasında bazen de temaşayla yol alırız hızla.
   Hayat,
  Zıtlıklarıyla bir karmaşadan ibaret değil midir zaten?
 “Düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedi” midir gerçekten?
  Tanımaya çalışırken kendimizi,
  Anlamaya çalışırken birbirimizi,
  Ve de henüz farkına varıp tam da başlamışken yaşamaya kayıp gider avuçlarımızdan “bir ömür” dediğimiz.
   Hayatın bize ne sürprizler hazırladığını bilmeden  sürekli değişen bir hiyerarşiyle.
   Zamanla yarışırcasına koşarken bir arayış içerisinde bitmeyen isteklerimiz, hayallerimiz değil midir bizi esir alan?
   Zaman zaman da körleştiren…
   Hayatın sırtımıza yükledikleriyle değil de yüreğimizin fısıldadığı şekliyle yaşayabilen kaç insan var acaba?  
  “Herkesin hayatı, Tanrı’nın parmaklarıyla yazılmış bir masaldır.” der, Andersen.
  Bir varmış bir yokmuşla başlayan…
  Hayatla olan iç içeliğimiz, algıladığımız şekliyle yansır yaşama biçimimize.
  Acılarla yüzleşmenin sarsıntılarını yaşarken bir yandan,
   İçli bir şarkı dinler gibi,
   Anlamlı bir şiir okur gibi,
   Efsane yaşarız hayatı masal içinde diğer yandan.
   Nerede biteceği belli olmayan bu eşsiz yolculukta bize eşlik edecek sayısız insan girer hayatımıza.
   Hiç tanımadığımız…
   Yaradılış gereği birbirine benzemeyen insanoğlu, farklı yaşam öyküleri sunar evrende kahramanın kendisinin olduğu.
   İki ayrı uç dediğimiz doğum ile ölüm arasında.
   Kiminin yarım kalır öyküsü söylenmemiş sözleriyle.
   Kiminin ki  “bir peri masalı “ dır, kanatları bulutlara değer.
   Destanlaştırır öyküsünü kimisi de, iz bırakarak ardında.
   Ve sonra,
   Bir gün,
   Geriye bakarız bir yerden.
   Şaşkınlıkla…
   Belleğimize kaydolan onlarca anı geçmişimiz olur.
   Pişmanlıkla fark ederiz manasızca kaçırdığımız bir çok ayrıntıyı.
    İçsel yolculuğumuzla birlikte seyrederiz hayallerimizin avuçlarımızdan kayıp gittiğini ya da unuttuğumuzu sevdiklerimizin durdukları yerleri…
   “Çok sahiplenmeden,
    Çok ait olmadan yaşayacaksın” der, şair…
   “ Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
    Hem de senin kalacakmış gibi hayat
    İlişik yaşayacaksın
    Ucundan tutarak…”
    Tam da bizim için yazmıştır sanki dizelerini.
     Daha az acı çekmek için.
     Kimbilir…
     Oysa biliriz de…
     Bir değil bir çok nedenimiz vardır yaşamak için.
     Emek verip ilmik ilmik dokurken kendi masalımızı ne de çok uğraş veriyoruz,
     Yaşamak için.
     İnsan olmak için.
     İnsan olmak…
     Ne muhteşem!
     Ve madem ki başlayıp biten bir masaldı hayatımız,
     Öyleyse masallardaki gibi,
     Gökten üç elma düşsün.
     Biri size.
     Biri hayallerinize.
     Biri de,
     Siz kimi isterseniz ona…

    Ferda Balkaya Çetin   

Tek Kişilik Şehir


   İlimizde tiyatroya olan ilginin giderek arttığını görmek, oldukça sevindiricidir.
   Biliyoruz ki tiyatro, izleyicisi ile soluk alır. Halkın nabzını yakaladığı oranda hayat bulur. Eyleme geçirir izleyicisini. Keyif almasının ötesinde, düşündürür.  
  İnce esprilerle analizi yapılır sosyal hayatın ve insan karakterlerinin.  
  Kültür düzeyimizdeki yükseliş tiyatro kültürümüzdeki yükselişle paralellik taşır. Çünkü Tiyatro, bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır.” Sık sık bakmak gerekiyor o aynaya.
   Batılı anlamda tiyatro kültürünün öncülerinden olan Namık Kemal der ki: “Tiyatro bir eğlencedir ve eğlencelerin en yararlısıdır.”
    ***
   Ankara Devlet Tiyatrosunun “Tiyatro Her Yerde”   projesi kapsamında turne temsillerinden biri olan “Tek Kişilik Şehir”,  30 Mart 2010 Salı günü Kırıkkale Kültür Merkezinde sahne aldı.
   Serhat Nalbantoğlu’nun yönettiği oyunun yazarı Behiç Ak. Bir karikatüristin gözlem ve bilinciyle kotarılmış olan “Tek Kişilik Şehir” bir çok ödüle layık görüldüğü gibi, alışılmış sahne tekniklerinin de ötesine geçmiştir.
  Cüneyt Mete, Devrim Yakut, Benian Dönmez’in oyundaki performansları ise “oynamıyor, adeta  yaşıyor” izlenimini vermesi oyunun sanatsal etkisini  artırıyor.
    “Tek Kişilik Şehir”de, “Oyuncuların metne bağlı olarak gelişen bazı oluşumlarda ve  de oyuncuların o anki ruh hallerine bağlı olarak yansıttıkları iç dünyalarını “, alışılmışın dışındaki bir sahne dekoru ve farklı ışık efektleriyle  sunuşlarında görsel bir etki söz konusudur.
   Absürt diyebileceğimiz tarzın gereği gelişen belirgin şekildeki çelişkiler, karşıtlıklar ve uyumsuzluklar; kendi gerçeği ile yüz yüze gelen insanın yaşama ve doğaya olan uyumsuzluğunda sorgulanıyor.
   Gelişen teknolojiyle birlikte asosyalleşen bireylerin kendisiyle çatışmasını sarsıcı bir şekilde sergilerken de hayata dair önemli mesajlar veriyor.
   “Günümüz insanını yalnızlığa iten ve giderek sadece –tek kişilik aileler- haline gelmeye başlayan büyük kent yaşamının mizahi bir eleştirisi.”
   Kara güldürü diyebiliriz.
    Oyunun absürtlüğünü ayan beyan hissediyor izleyici.
    Şaşırtıyor, rahatsız ediyor, acıtıyor.
    İnsanın umutsuz bir yalnızlaşma içindeki ruh halini kötümser bir yaklaşımla  irdelerken yaşantısını da saçma, mantıksız ve anlamsız olarak ortaya koyması; bunu ortaya koyarken de  grotesk öğelere yer vermesi trajik etkiyi artırıyor.
   Gülmece ile acı iç içedir ama bu bilindik gülme ile özdeş değildir. Sanki gülmecenin ironik bir şekilde karanlıkta kalmış halidir ve insan zihnini irkiltici bir yanı vardır… ki nüansları iyi yakalamak için oyuna iyiden iyiye yoğunlaşmak gerekiyor.
   Tek başına yemek yiyen, tek başına dolaşan, tek başına yaşayan insanların yaşamlarından kesitler sunulması hem etkileyici hem düşündürücü…
   Dekordan müziğe, kostümden ışığa kadar tiyatro sanatının bünyesinde barındırdığı unsurlar ve oyuncuların etkileyici yorumları bir diğer güzel özellikti.
   Örtülü anlamı bulmaya çalışırken oyunun sahnede değil de zihnimizde oluşması oyunun absürt etkisine denk düşmekte.
   İnsanın değişen ruh halleri değişen doğa olayları içerisinde  şaşırtıcı bir dekor anlayışında  belleklerimize çizildi.
   Oyundaki mesajı algılamaya çalışırken  oyunla öylesine bütünleşiliyorki  izleyici olduğumuzu unutuyoruz bir yerde. Bu da oyunun absürt etkisiyle ilgilidir.
   Oyunun bitiminden sonra aklımızda çarpıcı replikler kaldı. Oyun bitse bile bu durum oyunun zihnimizdeki devamını sağlıyordu.
    İşte size replikler…
 
    “Yalancı bahara ilk erik ağaçları kanar.”
    “Hiç kimseyle konuşmadan geçiyor günlerim.”
   “Kendimden başka kimseyle kavga etmiyorum.”
   “İster ağır ol ister hafif, aynı hızla düşersin. Çünkü ivme sabittir. g eşittir dokuz onda sekiz…”
    
   Ferda Balkaya Çetin
     En İyi  

26 Aralık 2010 Pazar

Dile Geldi Gönül Sesimiz…


               
 14 Ekim 1925 yılında İzmir Kız Öğretmen Okulu’na bir ziyaretinde öğrencilerin,
   “Hayatta musiki lazım mıdır?” sorusuna Atatürk’ün verdiği yanıt oldukça net, derinlikli ve etkileyicidir:
   “Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayatın kendisi musikidir.”

  Musiki
  Gönül sesimiz…
   Bilinçaltımızda gizli düşlerimizi, kederlerimizi, sevinçlerimizi, ayrılıklarımızı terennüm eder, en naif biçimiyle.
   Ve bir yol bulup akar,
   Yalın,
   İçten geldiğince.
   Hele de söz konusu sevdaysa…
   Dokunur bam teline yüreğimizin…

   25 Mart 2010 Perşembe günü Kırıkkale Kültür Merkezi,
   Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Sanatçılarını ağırladı.
   Şef Dr. Cumhur Koca yönetimindeki Hicaz Fasıl Konseri’nde, birbirinden güzel eserlere eşlik ederek hissettik yaşamın musikisini…
   Müzikte, özellikle Türk müziği ile ilgili olduğunda peşrev, nakış, şarkı, söz semaisi gibi eserlerin belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi anlamına geliyor fasıl.
   Solo ve koro olarak seslendirilen Klasik Türk Müziğimizin en güzel şarkıları aydınlattı ruhumuzu.  
   Türk musikisinin sayısız ahenk ve çeşitliliğinde, asırlardan beri süzülüp gelmiş sevdalar, coşkular, hüzünler geldi dile…
   Mehveş Hanım’dan, Yıldırım Gürses’ten, Zeki Müren’den…
   Ayrılırken Kültür Merkezi’nden her şarkıdan bir mısra kaldı dilimizde…
   Keklik dağlarda şağılar,
   Gel ey denizin nazlı kızı,
   Kaçsam bırakıp, senden uzak yollara gitsem
   Gençliğe veda,
   Mevsimler yas tutsun, güller ağlasın,
   Hayat bazen tatlıdır,
   Şu limandan taş gelir,
   Çiçekler takmış başına,
   Baharın zamanı geldi a canım…

   Ferda Balkaya Çetin
  

Doğalgaz sohbetleri…



   “Yer kabuğunun içindeki fosil kaynaklı bir çeşit yanıcı gaz karışımı” olan doğalgaz,
     Bir petrol türevi.
     İnsan-çevre sağlığına en uygun yakıt olarak bilinir.
     İlimize doğalgazın gelmesi ile birlikte son üç yıldır hâlâ aralıksız devam eden,
     Ev ve iş yerlerine alım çalışmaları,
     Zaten had safhada olan kirlilik boyutunu görünüm olarak da iyice artırıyor.
     Ve biz alıştık bu görüntülerle iç içe,
      Her gün bir yerlerden patlak veren alt yapı kazım-tadilat çalışmalarının ortaya çıkardığı atıklarla birlikte yaşamaya.
      Ancak,
      Benim asıl anlatmak istediğim bu görüntülerin ilimize getirdiği kirlilik boyutu,
      Doğalgazın yararları,
      Bileşiminde bulunan gazlar,
      Y a da,
      Apartmanlardan her gün yükselen kombi- merkezi sistem tartışmaları değil.
      Benim asıl anlatmak istediğim,
      Bizi tanımadan bize hizmet eden (adlarını dahi bilmediğimiz belki de)
güzel insanlar…
      Bizim rahatlığımız için işlerimizi kolaylaştıran  bu insanlar her koşulda,
      Gün boyu,
      Belki de gece,
      Çalışırlar…
      İşlerini,
      Verilen talimatlar doğrultusunda yaparlar sessiz sedasız.
      Görevleri bittikten sonra belki de bir daha göremeyeceğimiz…
      Evimizde doğalgaz çalışmaları sırasında tanıdığım üç güzel insandan bahsetmek istiyorum size.
      Mahmut Kuzey, Muhammet Elidemir, Turgut Şimşek…
      Mahmut ve  Muhammet   pırıl pırıl iki genç. İkisi de doğalgaz tesisatçısı. Turgut Şimşek ise doğalgaz tamircisi. Tecrübesi, yardımseverliği rahatlatıyor insanı.
      Her biri özveriyle, severek yapıyor işini, güleryüzle…
      Her birinin görevi, becerisi ayrı ayrı…
      Asıl güzel olan ise,
      Aralarındaki dostluk.
      Aralarındaki uyum ve sinerji.
      Güzel olan,
      Yüzlerindeki içten gülümseyiş…
      Çalıştıkları süre içerisinde pozitif enerjilerini yansıtıyorlar size.
       Sanki daha önceleri tanıyormuşsunuz gibi.
      İşine sahip, yenilikçi, yaratıcı, donanımlı, anlayışlı, güler yüzlü ve nazik insanlardan alacağımız hizmetin bize yansımalarını,
      İşini severek, karşılık beklemeden ve ustaca yapan çalışanlara sahip olmanın, bağlı bulunduğu kuruma,
      Ve kendilerine getireceği artıları ülke bazında düşündüğümüzde sevindirici gelişmelerin yaşanacağı kesin.
      İsteklerimize ve ekstra çıkardığımız işlere sundukları kolaylıklar  ise hizmet anlayışlarının bir göstergesi.
      Onlar  görevlerini en iyi şekilde yerine getirip gittiler, başka insanların da işlerini kolaylaştırmaya…
       Bende kalan güler yüzlerine ve işlerine verdikleri öneme minnet duygumu ekleyip, yazarak ödemek istedim ben de…
       Teşekkürler emeğinize, güzel insanlar…

ferda balkaya çetin
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...