Sayfalar

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Arzuhalci

Atatürk Bulvarı üzerinde, Adliye karşısında yan yana duran dört baraka dikkatinizi çekmiştir.
Arzuhalciler!.
Bana hep eskiyi anımsatırlar.
Belki size biraz tuhaf gelebilir.
Kimler gider, ne yaparlar hep merak ederdim.
Hatta internetten araştırma yaparak bu konudaki bilgilerimi yeniledim.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde;
Hazinenin ve halkın haklarını korumak için devlete yapılacak başvuruları şekle bağlamakla görevli kişilere "arzuhalci" denildiğini,
 1762'de padişah fermanı ile başlayan arzuhalciliğin, 1865'te bir başka yasa ile sona erdirildiğini,
Mesleğin sınırlarının tam olarak çizilemediğinden ve kurallarını belirleyen ayrıntılı bir yasal düzenlemenin bulunmadığından dolayıarzuhalciliğin zaman içerisinde değişime uğradığını öğrendim.
Arzuhalcilik yapan kişilerAdliye'den emekli katip ya da baş katip.
Hukuki bilgilerini ve tecrübelerini kullanarak vatandaşların bürokratik yazışmalarına yardımcı oluyorlar.
Ancak gelişen teknoloji karşısında çaresizler.
Çünkü,
Bürokratik işlemler artık sanal ortamda yapılıyor.
Resmi kurumlarda artık hazır evrak ve formlar var.
Ve bu anlamda danışmanlık büroları hizmet veriyor.
Tüm bunlara rağmen:
"Sık olmasa da dilekçe yazdırmak için vatandaş yine bize geliyor." diyordu, Adliye'den emekli baş katip Dursun Altınışık.
"Sayımız gitgide azaldı. Kırıkkale'de bu işi yapan üç beş kişi kaldık..."
Bir gün önce kendisinden randevu alarak gittiğim arzuhalci Dursun Altınışık,
Minicik soğuk barakasında sıcacık sohbeti ile konuk ediyor beni.
Sorularıma tüm içtenliği ile yanıt veriyor...


"98 yılında emekli olduktan sonra boş oturmamak ve emekli aylığına katkıda bulunmak için başladım arzuhalciliğe. Çünkü yapabileceğim en iyi iş bu".
Taktir ediyorum.
Aslında hassas bir konuya parmak basıyor farkında olmadan.
İnsanların en iyi bildikleri alanlarda kendilerini geliştirmelerinin ve bu yönde insanlara yararlı olmalarının doğruluğunu düşünüyorum.
"Bakın!"
Hazır bir dilekçe gösteriyor.
"Bunu doldurmak için de insanlar bize geliyor. Neden? Konuyla ilgili bilgileri yok. Eğitimlisi de geliyor eğitimsizi de.Alacak davası,boşanma davası, şikayet,, icra takip...Bu tür dilekçeleri doldurmak yazmak için hukuki bilgi gerekiyor. Yanlış yazmak istemiyorlar. Biz de yardımcı oluyoruz. Yani bir anlamda kamu hizmeti veriyoruz."
Gözlerim bir ara adını bile unuttuğumuz, eskimiş, emektar daktilosuna takılıyor:
"Tam on yıllık...Arkadaşım gibi..."
İkram ettiği çayı yudumlayıp teşekkür ediyorum hoş sohbeti için.

Dursun Altınışık.
Adliyeden emekli baş katip.
Yakınmıyor.
Bir beklentisi yok kimseden.
Vergisini ödüyor.
İnsanlara yardımcı olmanın mutluluğunu yaşıyor.
Atatürk Bulvarı'nda bir arzuhalci...

ferda balkaya çetin
2009/ il gazetesi



Nezaket sporu; voleybol…


Geçen hafta Perşembe-Cuma günleri, Behiç Çelik Spor Salonu’nda minikler voleybol karşılaşmaları vardı.
   Okul takımında oynayan küçük kızımın bu ilk maçıydı.
   Onu ve diğerlerini izlerken voleybol sevgisinin bambaşka bir şey olduğunu,
   Sözle ifadenin yetersiz,
   Yaşanması gerektiğini hissettim.
   Mücadele güçleri, dayanışmaları, enerjileri görülmeye değerdi.
   Beden Eğitimi öğretmenleri de en az onlar kadar heyecan içindelerdi.
   Maç sonrasında ise sevinç ve hüzün bir aradaydı.
   Her oyunun bir kazananı bir de kaybedeni vardı çünkü.
   Önemli olan her iki tarafta da nezaketi elden bırakmamak.
   Minikler de öyle yaptı.
   ***
   Evrensel kültürün, yaşam biçimimizin ayrılmaz bir parçası spor.
   Dili, dini farklı insanları birleştirerek dünya barışına katkı sağlıyor.
  Tüm dünyada artan şiddet olaylarını düşündüğümüzde,
   Bireye saygıyı, paylaşımı, birlik ve beraberliği, dostluğu, kardeşliği öğreten sporun önemi daha net bir şekilde çıkıyor karşımıza.
  Çok küçük yaşlarda sportif benliğini kazanan birey, kendi benliğini bulması yolunda da en önemli adımı atıyor.
  Son yıllarda voleybola artan ilgi ise oldukça sevindiriyor beni.
  Çünkü voleybol insanı nezakete davet eden bir spor dalı.
  Takımlar arasındaki file rakip oyuncuları ayırıyor. Bu yüzden rakip oyuncuların birbirleri ile fiziksel etkileşimleri yok denecek kadar az.
   Biraz da oynanış biçimi gereği rakibine, kurallara saygılı olmayı öğretiyor.
   Edinilen bu bakış açısıyla sosyalleşen,
  Paylaşmayı, yardımlaşmayı bilen, sorumluluk sahibi insanlardan bir toplum oluşuyor ki,
  Sporla aydınlanmış olarak daha büyük topluluklara zemin hazırlıyor.
  Yeteneklerine göre çocuklarımızı spora yönlendirmek onlara şimdiden sağlıklı, bilinçli, yaşam kalitesi yüksek bir gelecek hazırlamak demek.
ferda balkaya çetin

Ankara’ nın Zarif Kuğuları

                

  Bir başka severimAnkara’yı…                                                                               
           Kırıkkale’ ye olan yakınlığı nedeni ile sayısız hizmetlerinden
      yararlandığımız güzel başkentimiz…
           Anıtkabir’ i, Çankaya’ sı, Atatürk Orman Çiftliği, Gençlik Parkı,
      Tunalı Hilmi Caddesi ile simgeleşen bu tarihi şehir zihnimde   
      çocukluğumdan beri en anlamlı yere sahip.
          Hepimiz bir kere de olsa mutlaka ziyaret etmişizdir.
          Anılarımızda yer eden, adıyla özdeşleşmiş, geçmişi ile bizi kendisine
     çeken bu yerler her dönem vazgeçilmezlerimizdendir.
          Ankara’ nın bilinen mekanlarından biri de,
          Adını yıllar önce, Viyana Belediyesi tarafından hediye edilen
     kuğulardan alan  Kavaklıdere’ deki Kuğulu Park.
        Gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Dursun Erkılıç’ ın ”Ankara Sevdası
    adlı yazısında: “Başkenttir ama zor kenttir;  yorar adamı.
    Cefanın binbir türü, acının her rengi vardır onda. Ateş
    tenlidir, yakar adamı. Alevin kızıllığı kadar net, dumanın
    griliği kadar pusludur.” dediği Ankara,
          Bu Pazar sabahında,
          “Acının her rengi” yoktu belki ama doğal yapısı, sessizliği, beyaz
     kuğuları ve gökyüzüne uzanan ağaçları ile dört mevsimin renklerini
     ayrı ayrı yaşayan ve yaşatan güzelliği ile puslu idi, Kuğulu Park’ ta…
         Bağlılık ve ölümsüz aşkın,
         Zarafet ve asaletin,
         Saflığın simgesi olarak bilinen kuğular, uzun boyunlarıyla yavaş
     yavaş süzülürken sisler içindeki durgun suda bale yapar gibiydiler.
       Birbirlerine en sadık hayvanlar arasında ilk sıralarda yer alan kuğular,
    kendilerine özgü sesleri ile birbirlerine duydukları sevgiyi dile
    getiriyorlar.
         Ağaç dallarına kümelenmiş güvercinler en sevimli halleriyle bu  
    sessiz gösteriye eşlik ediyorlar sanki.
        Arada bir hep birden havalanıp kanat çırpışlarından ürkmüyor güzel
    kuğular… 
         Belli ki, alışmışlar birbirlerine…
         Ara sıra kendisini gösteren kış güneşi, içime huzur dolduruyor
     ışınlarıyla…
         Gözlerimi kapıyorum.
        Zarif kuğuların beyaz büyüsü, “kar” ın beyaz büyüsü gibi çekiyor beni
    kendisine…
        “Siz de sever misiniz kuğuları?”
         Az ileride oğluyla kuğuları seyreden,
         Sonradan tanıştığımız Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu
    Nuran Bayram , cevabımı beklemeden devam ediyor:
         “Oğlum Barışcan ile sık sık geliriz Kuğulu Park’ a. Çoğu zaman da
    yalnız gelirim. Biliyor musunuz, ben kuğularla konuşurum. Beni
    anlarlar. Ve her geldiğimde bir dilek tutarım onlar için.”
         “Siz?” diyor, “Siz de konuşur musunuz?”
      “Evet.” diyorum. “Hayatın tam içinde yaşamak bu işte. Bulunduğunuz
    yerle bütünleşmek… Kendini oranın bir parçası gibi hissetmek…”
        Aynı bakışı yakalıyoruz.
        Konuşurken heyecanından müthiş bir enerji aldığım Nuran Hanım
    gibi ben de bir dilek tutuyorum.
       “Merhametle acımasızlığı, güzellikle çirkinliği beyazıyla
    yoğuran bir gökyüzü ikramı” olan “kar” ın yağması için…
        Lapa lapa yağarken kuğuların muhteşem görüntülerini hayal
    ediyorum.
        Bembeyaz kuğular ve bembeyaz kar…
        Asalet ve saflık…
        Bu Pazar ritüelinde, saatler sonra Kuğulu Park’ tan ayrılırken,
        Beyaz ve zarif kuğular kalıyor aklımda,
        Rüya gibi süzülüşleri ile… 
16.02. 2008
il gazetesi

Eğlence Anlayışı Silahları Namlusunda Olmamalı

   Tüm uyarılara rağmen düğünlerde silah atma alışkanlığının önüne bir türlü geçilemiyor.
    Daha kaç Mustafalar(Altınışık-26),Ayşegüller(Güven-19),Sezinler(Akoy-19) bu şekil bir sevinme zihniyetine feda edilecek?
Daha kaç aile bu yüzden tarifsiz acılara mahkum bırakılacak?
Ne yazık ki,
Hemen her gün basında çıkan benzer haberler toplumsal gerçeğimizin düşündürücü boyutlarını  gözler önüne seriyor.
 Bu çağdışı eğlence anlayışı yüzünden masum insanlarımız boşu boşuna hayatlarını kaybediyor ve sakat kalıyor.
 Böyle bir sorumsuzluğa terkedilmiş bir şehir olmasın Kırıkkalemiz…
  Biz insanız.
 Mutluluğumuzu,sevincimizi,coşkumuzu insani yaklaşımlarla göstermek yerine silahlara sarılmak nasıl bir eğlence anlayışı olabilir?
   Silah, o toplum için bir tehdit unsuru oluşturmaz mı?
İnsan hayatı bu kadar mı değersiz?
 Oysa güven içinde olmak ,demokratık toplum düzeni çerçevesinde her vatandaşın en önde gelen haklarından biridir.
 Sorunun temelinde,
 Hiçe sayılan hukuk kuralları,uygulanmayan yasalar ve yerine getirilmeyen sorumluluklar var.
 En son geçen hafta Osman Gazi’de bir düğünde silah atma olayına bizzat tanık oldum.
 Gözlerim,rahatsızlığımı dile getirecek bir güvenlik görevlisi aradı.                     
Kırıkkale İl Emniyet Müdürü sayın Salim Akça’nın düğünlerde silah atma olayına kesin çözüm bulacaklarını söylemesine rağmen hâlâ devam etmesi yapılan uygulamaların yetersizliğini ortaya koyuyor.
  Bu anlamda sorumluluğu salt emniyet görevlilerine yüklemek yanlış olur
Düğüne katılan herkes silah atılmasından sorumludu.
 Tepki göstermediğimiz sürece silah atan kadar seyreden de sessiz kalan da suçludu.
 Yani hepimiz suçluyuz.
  Aslında düğünlerde silah atılmasını önleyecek basit tedbirler alınabilir.
 Örneğin, davetiyelere “silah atılması yasaktır”cümlesi yazılabilir.(Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce başlatılan böyle bir uygulama var.
  Ayrıca K.Maraş’ta Kafkas derneklerinin düzenlediği bölgesel toplantıda,dernek temsilcileri ve köy muhtarlarının konuyla ilgili aynı karar uygulamada.)
                                                              
  Ya da düğünlerde ,düğün sahipleri tarafından sık sık silah atılmaması konusunda  anonslar yapılabilir.
Yapılan uyarıları dikkate almak sorumluluk sahibi bir insanın yapması gereken medeni bir davranıştır.
 Bilinçli bir birey davranışıdır
  Bilinçli  birey bilinçli toplum demektir.
  Üzerimize düşen sorumlulukları fark edip, sorumluluklardan kaçmadan vatandaşlık görevimizi yerine getirmemiz gerekir.
İnsan olmanın güzelliği,coşkusu yüreğimizde saklı.
 Silahların namlusunda değil…
  15. 07 .2008 
il gazetesi

15 Temmuz 2011 Cuma

KIRIKKALE İL ÖZEL İDARESİ BİLSEM -1

                                

            Bir okul düşünün…
            Önceleri,
            Dumlupınar  İlkokulu  olarak yıllarca Kırıkkale’ ye hizmet veriyor.
            Bünyesine eklenen bir bina ile adı değiştirilerek Malazgirt İlk Öğretim Okulu oluyor.
            Sonrasında İl Eğitim Hizmetleri binası iken, Türkiye genelinde bakanlıkça
         kapatılma kararı alınıyor.
            İşte,
            Binanın çehresini tamamen değiştiren, yeniden yapılandıran, farklı ve önemli
         bir konuma getiren süreç böylece başlıyor.
            Kırıkkale İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut Zengin’ in girişimleri ile , her türlü tadilat
         ve onarım giderleri İl Özel İdaresi tarafından karşılanarak,
            Sayısı ülkemizde şu an 43 olan BİLSEM,
            İlimizde,  36 . sı olarak 09. 06. 2006    tarihinde   hizmete açılıyor.
            Nedir  BİLSEM ?  
              “ Okul öncesi, ilköğretim, orta öğretim çağındaki üstün veya özel yetenekli öğrencilerin
         bireysel yeteneklerinin farkında olmalarını, kapasitelerini geliştirerek en üst düzeyde
         kullanmalarını sağlamak için öğrencileri yaşıtlarından ayırmadan örgün eğitimleri dışında
         kalan zamanlarında, ilgi yetenek ve istekleri doğrultusunda eğitim veren bağımsız özel
         eğitim kurumu.”
             Üstün veya özel yetenekli olduğu belirlenmiş öğrencilerin,
           “Bilimsel düşünen, davranışlarla estetik değerleri birleştiren, üretken, problem çözen
          bireyler olarak yetişmelerini sağlamayı”  amaçlıyor.
             BİLSEM’ e alınacak öğretmen ve öğrencilerin seçimi titizlikle yapılıyor ve bazı
          değerlendirmelerden  sonra belirlenen kriterler doğrultusunda okula alınıyor.              
              *    *    *
              Okula ziyaretimi çabuklaştıran,
             Değerli aile dostumuz Bekir Demirdöğen’ in “BİLSEM” in yöneticisi olarak orada bulunmasıydı.
              Öğretmen, idareci kimliği ile Kırıkkale’ mizde tanınan ve saygın bir yeri olan Bekir Bey’ in,
              İstek ve azmini, liderliğini, yaratıcılığını, başarısını, ince zevkini, insancıllığını okulun
           bütününde hissetmek mümkün.
               Bekir Bey,
               Okulun tadilat aşamasında, iç dizaynının düzenlenmesinde, okul için yapılacak her türlü
            etkinlik ve çalışmada  tüm kadronun  canla başla çalıştığının altını çizerken, fedakar ve
            özverili öğretmenlerle çalışmanın başarı ve kaliteyi  yükselttiğini de önemle vurguluyor.
               Okulun adı neden tek başına  Bilim Ve Sanat Merkezi değil?
               Öncesinde Bilim ve Sanat Merkezi olarak açılan okulumuzun, tüm onarım ve iç donatım
            giderleri İl Özel İdaresi tarafından karşılanmıştır. Bu yüzden  Valilik onayı ile okulumuzun
            adı; İl Özel İdaresi Bilim ve Sanat Merkezi olmuştur.  
                Okulunuza giriş sınavla. Okulunuza öğrenci seçme süreci hakkında bilgi
            verir misiniz?
                Okulumuza öğrenci seçme süreci iki aşamada oluşmakta. İlk olarak ilk öğretim okullarından    
            aday gösterilen öğrenciler Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğünün hazırladığı
            grup tarama sınavından geçirilmekte daha sonra belli bir başarı gösteren öğrenciler
            bireysel inceleme sürecine alınarak merkezimize kayıt hakkını kazanmaktadır.
                 Geçen yıla oranla sınava başvuru sayısında belirgin bir artış var mı?
                 Oldukça. İlk açıldığımızda başvuru sayısı 400, kapasitemiz 30, sınavlarda
             başarı gösteren öğrenci sayısı 13 idi.
                 Bu yıl 1200’ ün üzerinde. Kapasitemiz 50. Ancak sınavlarda  kaç öğrenci başarılı
             olur onu bilemem tabi.
                 BİLSEM’ e girmek o kadar kolay değil yani.
                 Doğru. Çünkü merkezimiz üstün ve özel yetenekli öğrencilere hitap ediyor.             
               “Eğitim ciddi bir iş; bilmekten, yapmaktan öte gönül verme işi ve biz bu işe gönül verenleriz.
             Merkezimizin seçkin kadrosuyla , çalışmalarımızın her aşamasında Atatürkçü, çağdaş
             anlayışımızla; kendine güvenen, disiplinli, mutlu; bilgiye ulaşmayı bilen aynı zamanda
             bilgiyi üretebilen gençler yetiştirmeyi hedefliyoruz.
                 İl Özel İdaresi Bilim Sanat Merkezi olarak bunun zor bir o kadar da anlamlı olduğunun
             farkında olarak seçkin kadromuzla çıktık yola. İnancımızın ve donanımızın bizi hedefe
             ulaştıracağı bu yolda, çocuklarımızın gözlerindeki parıltıları görebilmek, hissedebilmek
             ise en büyük ödülümüz.”  
                 Bilim Sanat Merkezleri ile merak edilen çok şey var.
                 Kırıkkale İl Özel İdaresi Bilim Sanat Merkezi için söylenecek şey de bir o kadar çok.
                 Farklı çalışmaları ve farklı yaklaşımlarıyla Kırıkkale’mizin can damarı olacak BİLSEM
             hayatımızda.
                  Ve izlemimlerimle yazılarımda… 
ferda balkaya çetin
14. 03. 2008/ il Gazetesi            

Kırıkkale’de Özel Bir Merkez : BİLSEM -2-

          
            “Uygar dünyada yerimizi korumayı sağlamlaştırmak istiyorsak yeteneğin her zerresine, zekanın her kıvılcımına ve maharetin en küçük ışığına bile ihtiyaç vardır.”
               Nitelikli insan gücünün toplumlardaki en büyük güç kaynağını oluşturduğunu biliyoruz.
               Üstün veya özel yetenekli kişilerin liderliği,  yaratıcılığı ülke ekonomisine etki etmiş,
              Fen, edebiyat, sanat, politika vb. alanlarında toplumlara yön vermiş; çağlar açıp kapamıştır.
              İşte,
              Ülkemizin bugünü ve geleceği açısından büyük sorumluluklar üstlenerek açılan Bilim Sanat Merkezlerine bu açıdan bakarsak ülkemiz için ne büyük kazanımlar olduğunu daha iyi anlarız.
              Ve Kırıkkale’miz için de ne büyük bir zenginlik olduğunu…
              Bir önceki yazımda Kırıkkale BİLSEM’ le ilgili söylenecek çok şeyler olduğunu vurgulamış,
              Okulun açılış aşamasını, hizmet anlayışını, amacını ve merak edilenleri dile getirmeye çalışmıştım.
              Hafta içi yine BİLSEM’ deydim.
              Kapıdan içeri girdiğiniz andan itibaren dikkatinizi çeken her resim,
          özenle hazırlanmış her köşe, amacına uygun dizayn edilmiş her birim size, öğreneceklerinize dair ipuçları veriyor.
              Her biri kendi alanında uzman, donanımlı, özverili, iddialı, yaratıcı fikirlerini hayata geçiren, seçkin, güleryüzlü öğretmenleri ile kendi birimlerinde görüşme fırsatı buldum.
              Kırıkkale İl Özel İdaresi Bilim Sanat Merkezi; öğrencilerin yeteneklerini geliştirebilecek, bilimsel düşünceyi estetik değerlerle birleştirebilecek bir donanıma sahip. Öğrencinin ihtiyacına cevap verebilecek her birim mevcut.
             Gördüğüm uygulamalardan bazı örnekler:            
             Deneyler salt “laboratuvarda yapılır” olmaktan çıkarılmış.
             Maddelerin sıvı halden buhar haline nasıl dönüştüğünü öğrenmek  için Rafineriye gidiliyor.” Bilgi- gözlem” e dayalı uygulama ağırlıklı deneyler yapılıyor ve yerinde.                               
             İlaçlar hakkında bilgi verileceği zaman da eczanelere gidiliyor.
             Matematik Biriminde ise  Hanoi kuleleri ilgimi çekti.
             Hanoi kuleleri matematiksel bir oyun ve bulmaca.
             Matemetiksel düşünceyi geliştiriyor.
             Bir düzlem üzerinde üç direk ve farklı boyutlarda sekiz diskten oluşuyor. Bu diskler dilediğiniz direğe aktarabilirsiniz. Oyun, bir direkte en küçük disk yukarıda olacak şekilde, küçükten büyüğe doğru dizilmiş olarak başlıyor. Her hamlede bir disk taşıyabiliyorsunuz.
        Diskler taşınırken kendisinden küçük bir diskin üzerine gelmemesi gerekiyor.
             Matematikdeki problemler bunun üzerinden fikir yürütülerek çözülüyor.
              Müzik sınıfındaki atmosfer ise bambaşkaydı.
              Değişik türlerde bir çok müzik enstrümanını bir arada görmek sanıyorum ancak Kırıkkale İl Özel İdaresi Bilim Sanat Merkezi’nde mümkündür.
              Marakas, piyano, bağlama, keman, ud, mandolin, flüt,  gitar, saz, davul, tumba, ksilofon…
              Yetenekleri doğrultusunda bir enstrüman çalabilme becerisi kazanan öğrenciler, kaliteli müzik dinleme ve seçici olmaya dair bakış açılarını da geliştirerek, ulaştıkları tercihlerde başka alternatiflerin olduğunu da öğreniyorlar.
              Bir başka örnek:
              BİLSEM’e gittiğim gün,
              18 Mart Çanakkale Zaferi’nin  tarihe yazıldığı günlerdi. Zafer haberleri  ertesi günkü gazeteye yansıtılacak.
             Gazete tasarımı üzerine grup çalışması var.
            Konu paylaşımı yapılarak gerekli bilgiler toplanmış.
             Geçmişin analizi yapılırken olay bir bakıma yaşanılıyor.
             Yine çok hoş ve farklı bir uygulama ile Edebiyat dersinde karşılaştım.
             18 mart Çanakkale Zaferi bu kez Edebiyat dersinin konusu oluyor.          
             Tarih dersindeki gazete tasarımından sonra milli duygular  şiirlerle işleniyor.
             Okunacak şiirler öğrenciler ile birlikte seçiliyor. Daha sonra şiire uygun fotoğraflar ve bir fon müziği ile birlikte bilgisayar ortamında bir sunu hazırlanıyor. Hazırlanan sunu önünde öğrencileri seçtikleri şiirleri jest ve mimikleri ile seslendirirken video çekimleri yapılıyor.
            *     *      *
             Kırıkkale İl Özel İdaresi Bilim Sanat Merkezi tüm çalışanları ile  çocuklarımıza sahip  çıkıyor. Kırıkkale’miz için.
             Kırıkkale’nin de her açıdan sahip çıkması gereken bir merkez haline geliyor.
   
Ferda Balkaya Çetin/23.03.2008/İl Gazetesi    

Kırıkkale Bilim Sanat Merkezi’nde Son Söz Çocuklarımızın


                                       
 
       Üstün ve özel yetenekli diye nitelendirdiğimiz çocuklar yaşıtlarından farklı olarak; ileri düzeyde bir öğrenme hızına, özel yeteneklere, ilginç ve yaratıcı düşüncelere sahip çocuklardır.
      Bu çocuklar geleceğimizin sanatçıları, bilim adamları, mimarları, liderleridir. 
      Gelişen, çağdaşlaşan, güçlü bir Türkiye için beyin gücünü etkin kılmak durumundayız.
      İşte ünlü filozof Eflatun’un da “Altın çocuklar” dediği üstün ve özel yetenekli çocuklarımızın  eğitimi, ülkemizin bugünü ve yarını açısından büyük önem taşıyor.
      İşte Kırıkkale’mizde bir örneği olan Bilim Sanat Merkezleri bu yüzden var.
      Çocuklarımızın zeka düzeylerini en üst seviyede kullanmalarını, yeteneklerinin farkında olmalarını sağlamak  ve geliştirmek için var.
      Özel yeteneklerini aldıkları eğitimle bütünleştirerek insanlığa hizmet edecek potansiyele dönüştürmenin, ülkemizin kalkınmasına önemli bir katkı sağlayacağı gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor.
      Kırıkkale İl Özel İdaresi  Bilim Sanat Merkezi’ni bu nedenlerle  son iki yazımda tanıtmaya, farkı göstermeye, önemine dikkat çekmeye çalıştım.
      “BİLSEM’de Son Söz Çocuklarımızın” diye başladım bu haftaki yazıma.
      Ama aslında son söz değil.
      Her biri farklı alanlarda yaratıcı güce sahip olan çocuklarımız; resim, müzik, astronomi, matematik, dil, fizik, kimya, ekonomi alanlarında yeteneklerini geliştirmek için çıktıkları bu yolda ; belki de ilk ve son sözün sahibi olacaklar geleceğimiz Türkiye’sinde...     
       Ve BİLSEM’li çocuklarımız.
       Yerinde duramayan, zekice bakan, duygu ve düşüncelerini çok rahat ifade edebilen, sorulan soruları, yaşamı sorgulayan, özgüvenleri oldukça gelişmiş öğrencilerle birlikte olmak güzeldi.
       Onlar şanslı.
       Kendilerine sunulan hizmetin farkındalar.
       Hepsinin hedefinde  birincilikler var.
       Her biri kendi yetenekleri doğrultusunda; bilim adamı, astronot, beyin cerrahı, uzay bilimcisi, profesör olmak istiyor.
        Ya keşfedilemeyen çocuklarımız? 
        Onları yaşıtlarından ayıran belirgin özellikleri fark edip takip etmek, bir uzmanın görüşünü almak ve böyle merkezlere kazandırıp kaybolmalarını engellemek ülkemiz adına yapılacak en iyi yatırımlardan biri olacaktır.
        Bu konuda önce anne babalara daha sonra da eğitimcilere çok iş düşüyor.    
        Çocuklarımızdaki  potansiyeli, farklılığı görmek için onları dinlemek, fikirlerine saygı duymak, önemsemek
onlar için atılabilecek ilk adım olmalı.  

29. 03. 2008
ferda balkaya çetin

Neden Resim Sergisi


                
           Mesleğe başladığımın ilk yılıydı. Derste, çocukların ödevlerini kontrol
ediyordum. Bir kız öğrencim tuvalete gitmek için benden izin istedi gitmesine izin verdim. Fakat derse o kadar yoğunlaşmıştım ki, aynı öğrencinin sınıfa girmek için uzun bir süredir kapıya vurduğunu fark etmedim.
              Birden kapı aralandı ve iki kocaman gözle gülümseyerek bakan öğrencim,
              hayatım boyunca unutamayacağım ve bir ilkokul öğretmeninin öğrencileri
              için ne demek olduğunu anlamamı sağlayacak şu cümleyi söyledi:
             “Öğretmenim, gel de de geleyim.
                  Bu yıl meslekte on altıncı yılımı doldurmak üzereyim. Şunu itiraf etmeliyim ki,
              on altı yıllık meslek hayatımın ilk on yılı boyunca öğrencilerimi iyi liselerde
              okuyacak, üniversiteye girecek ve iyi bir meslek sahibi olacak şekilde yetiştirmeye
              çalıştım. Bu ne demekti biliyor musunuz? Onların “iyi öğrenci” olmaları için
              sürekli Matematik, Fen, Sosyal derslerine ağırlık vermem, teneffüslerde veya
              teneffüs gibi gördüğüm Müzik, Resim, Beden Eğitimi derslerinde aynı dersleri
              işlemem demekti. Tabi sınıfta da en çok bu derslerde başarılı olan öğrenciler
              üzerinde duruyor, diğerleri hakkında ise “İlkokulu bitirsinler, okuma-yazmayı iyi
              öğrensinler yeter” şeklinde düşünüyordum.
                   Sonuç ne mi oldu? Şimdiye kadar okuttuğum altı yüz öğrenciden kaçının
              üniversiteye girdiğini bilmiyorum. Israrla öğretmeye çalıştığım Matematik, Fen,
              Sosyal derslerini ne kadar kullanıyorlar bilmiyorum. 
                   Ama bildiğim bir şey var, toplumdaki bu kirlenmeden; çevremizdeki estetik
              yoksunu binalardan; birbirini dinlemeyen, saygı göstermeyen insanlardan;
              sanatı hiçe sayan politikacılardan sorumlu olan benim; benim vermediğim Resim ve Müzik dersleri.
                    Yine Matematik, Fen, Sosyal dersleri veriyorum. Ama tek farkla, öğrencilerimin Resim, Müzik ve Beden Eğitimi derslerini çalmıyorum. Biliyorum ki, Matematik ve Sosyal, bilim ve meslek içinde yaşayan insanın; Müzik ve Resim ise toplum içinde yaşayan insanın giriş dersleri. Elbette her öğrenci her derste başarılı olamaz.
                    Artık hangi öğrenci hangi derste başarısız diye sormuyorum; öğrencinin hangi derste başarılı olduğuna bakıyorum.
                    Ve bu sergi son sınıf öğrencilerimin; toplumun itici gücü olmaya aday, çocuklarımın çevreye, topluma ve insanlara bir bakış açısı , belki de giriş kapısı.
                    Lütfen sergiye gelin ve çocuk gözünüzle bakın, onlara nasıl bir gelecek sağladığımızı düşünün ve onların kendi çocuklarına sağlayacağı geleceğin daha iyi olması için dua edin…   
                        23. 04. 1996    Ferda Çetin
                          *      *      *
                    Eski dosyalarımı karıştırırken bulduğum bu yazı, M. Ali Eren İlköğretim Okulunda çalışırken 5/A sınıfım ile Kültür Merkezi’ nde açmış olduğum resim sergisinin açılış yazısı.
                    Bir hafta boyunca açık kalan sergi, Kırıkkale’ de bir “ilk” ti ve yoğun ilgi görmüştü. Beni duygulandıran, o tarihlere götüren bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim…     

Savaşın Ortasında Çocuk Olmak



  Tarihe,
   Kara bir leke gibi geçen savaşın acımasızlığını taşıyan Filistinli çocukların yüreğinde kanıyor yüreğim.
   Değerleri alt üst olmuş bir toplumda,
   Annesini, babasını, çocukluğunu, dahası umutlarını yitirmiş,
   Kuşların gökyüzünü terk ettiği yerin çocukları onlar.
   Savaşın büyüttüğü,
   Yok ettiği,
   Ya da…
   Uçurtmalar uçururken yaşıtları özgürce,
   Onlar,
   Ellerinden alınan en temel insani haklarının bilincinde bile olmadan korkuyla yüzleşiyor.
   Savaşın tam ortasında…
   Örselenmiş çocuk yüreği ile erken tanıştığı acıların güçsüz bırakmışlığı yansımış masum yüzüne, minicik bedeninden…
   Mahrum bırakılarak anne kucağından…
   Ah!.. Çocuk!..
   Üzüntüm,
   Acını dindirememekten…
   Silememekten gözyaşlarını…
   Utancımla,
   İnsanlık adına sizlerden özür diliyorum!..
   ***
   Bana öğrencimden ulaşan bir şiir : SAVAŞ
   Tamamlıyor duygularımı…

   Savaş oldukça
  Güneş doğmaz.
  Bu ömür uzun sürmez.
  Su akmaz, çiçek açmaz.
  Çiçek kokmaz.
  Çok sevdiğim gül ve leylak gibi.
  Hiçbir renk olmaz.
   Sadece kan rengi olur.
   O da kırmızıdır.
   Bulut da süzülmez,
   O masmavi gökyüzünde.
  
  Bir yanda yıkık dökük evler,
  Bir yanda yanan evler.
  Bir yanda patlayan bomba.
  Bir de zaferi kazananlar…
  Mutluluğu, sevgiyi, dostluğu
  Kardeşliği, bütün değerlerini kaybetmiş insanlar.
 Ağlayan, sızlayan insanlar.

  Savaşan insanlar,
  Sadece kendi hayatını değil,
  Çocuklarının, ailesinin,akrabalarının
  Hatta tanıdıklarının
  Bu hayattaki bütün insanların
  Hayatını ve mutluluğunu
  ÇALMIŞ OLUYOR…

11. 01. 2009 ferda balkaya çetin

16 Haziran 2011 Perşembe

ÖZEL BİR İNSAN / Ahmet Balkaya'ya...

 İnsani değerlerin anlayışın, kibarlığın ve mesleğine olan saygın tartışılmazdı. İyi ki babamsın.
Zamansız ayrılışında aramızdan beni bu kadar derinden üzen.
İçime akıttığım sessiz gözyaşlarımdandı ara sıra hüzünlenmelerim.
Dinmeyen bir sızı bitmeyen hasretindi yüreğimdeki.
Son sözünü söylememiştin daha öğrencilerine ve bize.
Birlikte oynarken satrancı usta öğreticiliğinle başarının güzelliğini tattırmıştın, bana yenilerek. Fakat ölüm denen yenilgide dirençli olmayı öğretmemiştin henüz.
Bir tek sevgi imiş akıp giden zamana dayanabilen. Yaşamın uzunluğu hiç değil.
Geride bırakılanlarmış önemli olan.
Dostluğun, dürüstlüğün, görev aşkın, eğitim camiasındaki itibarın, prensiplerinmiş seni Ahmet Balkaya yapan.
Bilsen ne çok özlüyorum seni.
Ne çok babacığım…

bugün yokluğunu bir kez daha hissettim
gözlerimden değil yaşlar yüreğimden süzüldü
soğuk bir kış günüydü seni alıp götüren
içimdeki özlemin günden güne büyüdü


yıllardır “babacığım” saklı dudaklarımda
bitmeyecek sevginle gözlerimde ışıksın
dinlerken sana ait övgü dolu sözleri
gönlümdeki hıçkırığa ince ince nakışsın


bıraktığın değerlerle büyümeyi öğrendim
rehber oldu daima değerli fikirlerin
yerleşti sendeki güzellikler ruhuma
sade ve gösterişsiz sevmeyi de öğrendim


simsiyah bir boşluk hayatımdaki
kesiliyor soluğum hissettiğim acıdan
bilmeyerek üzdüysem bağışla beni
yüreğim daha yorgun sana akan gözyaşımdan


yıllardır “babacığım” saklı dudaklarımda
ellerini yüreğini sıcaklığını özledim
özledim seni ve sana ait ne varsa
ayrılmazdım yanından bir an bile bilseydim


bugün yokluğunu bir kez daha hissettim
gözlerimden değil yaşlar yüreğimden süzüldü
kesiliyor soluğum hissettiğim acıdan
yüreğim daha yorgun sana akan gözyaşımdan

Sen sevginle, saygınla, onurunla, öğretmen kimliğinle aramızdasın hâlâ…
Ve yüreğimdeki en özel yerinde.
İyi ki babamsın.

ferda balkaya çetin



19 Mayıs 2011 Perşembe

Sessiz Bir Dünyadan Selam Getirdim Size

 Salı günü,
Bahçelievler’ deki Mevlüt Hiçyılmaz İşitme Engelliler İlköğretim
Okulu’ ndaydım.
Duyan konuşan bir toplumun alışılmış,
Engelli olmanın dışında hiçbir engel tanımayan sessiz çoğunluğu
onlar.
Dört yüz bini bulan sayılarıyla…
Okul müdürü Zeki Kavalcılar, orta okul yıllarından arkadaşım.
“Kadim” dostum.
Çalışkanlığı, hizmet heyecanı, sevecenliği, çocuklara olan sevgisi,
mütevaziliği yansımış okuluna.
Okulda tadilat var.
Bir yandan okulu gezerken bir yandan da kendisinden bilgi
alıyorum.
Bildiğimiz çocuk sesleri yok ama kendi aralarında farklı bir
konuşma var.
48 öğrencinin bulunduğu okul, aynı zamanda yatılı.
Komşu il ve ilçelerden, civar köylerden gelen 20 öğrenci, hafta
sonlarını ailelerinin yanında geçiriyor.
Sınıflardaki yalıtımın iyi yapılması, uygun araç ve gereçlerin
bulundurulması ve çocuklarda bireysel grup işitme cihazlarının
olması, eğitim faaliyetlerine katılmaları açısından çok önemli
Yatılı öğrenciler tamamen ücretsiz olarak verilen eğitimden
yararlanabiliyorlar.Gündüzlü öğrenciler ise, çok cüz’î bir miktarda
salt yemek ücreti ödüyorlar.
Okul, Özel eğitim sınıf öğretmenleri, branş öğretmenleri, bir hemşiresi ve diğer personeli ile devletin sunduğu tüm olanaklar
doğrultusunda en iyi şekilde hizmet vermeye devam ediyor.
Sosyal aktivitelerle çocuğun kendisine olan güven duygusu
geliştirilirken, işaret diliyle duygularını ifade etmeleri sağlanıyor.
Diğer yandan da Türkçe dersleri içerisinde dudak okuma ve ses
eğitimi veriliyor.
Ülkemizde son yıllarda özel eğitim konusunda,
M.Eğitim Bakanlığının, üniversitelerin, özel kuruluşların, özel
okulların, vakıfların, derneklerin yaptığı çalışmalar umut verici.
İşitme engelli öğrencilerin normal okullarda yaşıtlarıyla birlikte eğitim almaları, onların sosyal ve duygusal yönden hayatı paylaşımlarını
daha da kolaylaştıracağı düşünüldüğünden “kaynaştırma” dediğimiz
bu uygulamanın yaygınlaştırılması için de ciddi anlamda çalışmalar var.
İşitme Engelli İlköğretim Okullarından mezun olanlardan durumu
uygun olanlar, İşitme Engelliler Meslek Liselerine veya Endüstri Meslek,
Ticaret Meslek ya da Kız Meslek Liselerine Bakanlıkça sınavsız olarak
yerleştirilmektedir.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Engelliler Entegre Yüksek Okulu’nda,
yüksek öğrenim yapmak isteyen öğrencilere de olanak tanınıyor.
Öğrenciler bu okulda,
Yapı ressamlığı Ön Lisans Programı, Bilgisayar Operatörlüğü ,
Seramik Sanatlar, Grafik Sanatlar ve mimarlık alanlarında eğitim görmekteler. Bu okullara giriş Ö.S.S. sonuçlarına göre ön kayıtla ve
yetenek sınavı ile yapılmaktadır.
Öğrenciler, kendilerini ifade etmelerinin en kolay şekli olan işaret dilini kendi aralarında etkin bir biçimde kullanıyorlar.
Kendilerine özgü bir dünyaları var. Birbirleri ile tam bir dayanışma
ve yardımlaşma içerisindeler.
Öğretmen-öğrenci arasındaki öğretme-öğrenme iletişiminin nasıl
sağlandığı konusundaki sorumun yanıtını 3. sınıf öğretmeni Mustafa
Karabucak, uygulamalı olarak gösteriyor.
M.Karabucak, telsiz cihazındaki mikrofonla öğrencisine komut
veriyor. Öğrenci bu komutu, kendisinde bulunan kulak arkası bireysel
işitme cihazındaki alıcı sayesinde yerine getiriyor.
Öğretmen-öğrenci arasındaki o müthiş bağı burada da fazlasıyla
hissediyorum.
Okuldaki sessizliği bozan zil sesi oluyor.
Ders üçte bitiyor.
Öğrenciler meraklı bakışlarla, işaretlerle soruyor kim olduğumu.
İşaretlerle anlatıyor Zeki Bey.
Gülümsüyorlar.
Gülümsüyorum.
Onları duymanın diğer bir yolu.
Duymuyorlar ama hissediyorlar, gülümsüyorlar, el sallıyorlar…
Vedalaşıyoruz…
ferda balkaya çetin
16.02.2008/İl Gazetesi

23 NİSAN'DA ÇOCUK OLMAK

ellerin kar beyazı
yüzün ay beyazı
yüreğin su beyazı
yaşıyorsun mutlu
beyaz düşlerinle
bana da bir yer verir misin
beyaz ülkende
diyerek gittim, Karaahmetli İlköğretim Okulu’ndaki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlama etkinliklerine.
Öğrencilerimin neşesi, enerjisiyle.
İçimdeki çocuğun bayram sevinciyle.
Bambaşka bir duygudur çünkü 23 Nisan’da çocuk olmak.
O günün sabahına uyanmak.
Kırk yıl öncesine gittim bir an…
Şimdiki adı Tınaz İlköğretim Okulu,
Benim okuduğum yıllarda Atatürk İlkokulu idi.
Öğretmenim Emin Tekin ( saygıyla anıyorum). Kırmızı puanlı bir elbiseyle bayrama katılışım, sergilediğimiz
oyun, tören geçişi sırasındaki mutluluğum, heyecanım dün gibi aklımda.
En güzel anıları saklar belleğimiz çocukluğumuza, 23 Nisan’a dair.
Bugün ise,
Daha farklı bir coşku var içimde.
Öğrencilerimle birlikte yaşıyorum şimdi bu coşkuyu…
Beni de aranıza alın çocuklar
Beni de…
Sizin gibi duymak
Sizin gibi düşünmek,
Sizin gibi sevmek isterim
Günü, güneşi,
Dostluğu, dostu, kardeşi…” der ya şair,
Ne olur beni de alın aranıza,
Beni de…
Ben de sizin gibi düşünen,
Sizin gibi yaşayan biri olayım.
Aranızda bulurum çocukluğumu ancak…
ferda balkaya çetin/26.04.2009

ÇOCUKLARIMIZ KARNE ALDI

İlk ve orta öğretimdeki okullar tatile girdi, karne sevinci ile birlikte.
Çocuklarımızın en heyecanlı oldukları gün.
Ve en mutlu.
Çocukluk günlerimizin en güzel anılarından biridir karne günleri.
O dönemi düşünürken,
Siyah önlükler, ütülü beyaz yakalar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor...

Sabah erkenden
Sevinçle koşarak okula gittiğimi, adım okununcaya kadar geçen süre içindeki sabırsızlığımı, heyecanımı, karnemi alırken bana ışıl ışıl bakan
öğretmenimin bakışlarını hatırlıyorum.
Sevincimi benimle paylaşan, sevecen sımsıcacık bakışlarını...

Öğretmenin,
Gerek davranış, gerek söz, gerek bir bakış ile öğrencisi üzerinde olumlu ya da olumsuz bıraktığı o müthiş etkileri düşünüyorum.
Salt bu yüzden anne baba olarak da çocuklarımıza karşı ne kadar hassas davranılması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Karneye yansıyan notlar nasıl olursa olsun pozitif bir tutum sergilemek, önce başarılı notları takdir edip, varsa daha sonra düşük notlar için motive edici sözlerle başarıya yönlendirmek yerinde olur.
Düşük notlar üstesinden gelinemeyen bir güçlüğün ifadesidir.
Kişiliğinin değil.
Kıyaslama yapmadan
Çocuklarımıza
Karşılaşacakları güçlüklerde yalnız olmadıklarını hissettirmek, yüreklendirmek, çözüm önermek, güven duygusunu artıracak mesajlar vermek gerekir.
Söz ve davranışlarımız bir bütün içerisinde,
Geri bildirimler olumlu, açık ve net
Takdir etmeler ve ödüllendirmeler de yerinde olmalı.
Unutmayalım ki,
Bir çocuk için anne babasından alabileceği en büyük hediye koşulsuz sevgileridir.
16.08.2008/İl Gazetesi
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...