Sayfalar

19 Mayıs 2011 Perşembe

Sessiz Bir Dünyadan Selam Getirdim Size

 Salı günü,
Bahçelievler’ deki Mevlüt Hiçyılmaz İşitme Engelliler İlköğretim
Okulu’ ndaydım.
Duyan konuşan bir toplumun alışılmış,
Engelli olmanın dışında hiçbir engel tanımayan sessiz çoğunluğu
onlar.
Dört yüz bini bulan sayılarıyla…
Okul müdürü Zeki Kavalcılar, orta okul yıllarından arkadaşım.
“Kadim” dostum.
Çalışkanlığı, hizmet heyecanı, sevecenliği, çocuklara olan sevgisi,
mütevaziliği yansımış okuluna.
Okulda tadilat var.
Bir yandan okulu gezerken bir yandan da kendisinden bilgi
alıyorum.
Bildiğimiz çocuk sesleri yok ama kendi aralarında farklı bir
konuşma var.
48 öğrencinin bulunduğu okul, aynı zamanda yatılı.
Komşu il ve ilçelerden, civar köylerden gelen 20 öğrenci, hafta
sonlarını ailelerinin yanında geçiriyor.
Sınıflardaki yalıtımın iyi yapılması, uygun araç ve gereçlerin
bulundurulması ve çocuklarda bireysel grup işitme cihazlarının
olması, eğitim faaliyetlerine katılmaları açısından çok önemli
Yatılı öğrenciler tamamen ücretsiz olarak verilen eğitimden
yararlanabiliyorlar.Gündüzlü öğrenciler ise, çok cüz’î bir miktarda
salt yemek ücreti ödüyorlar.
Okul, Özel eğitim sınıf öğretmenleri, branş öğretmenleri, bir hemşiresi ve diğer personeli ile devletin sunduğu tüm olanaklar
doğrultusunda en iyi şekilde hizmet vermeye devam ediyor.
Sosyal aktivitelerle çocuğun kendisine olan güven duygusu
geliştirilirken, işaret diliyle duygularını ifade etmeleri sağlanıyor.
Diğer yandan da Türkçe dersleri içerisinde dudak okuma ve ses
eğitimi veriliyor.
Ülkemizde son yıllarda özel eğitim konusunda,
M.Eğitim Bakanlığının, üniversitelerin, özel kuruluşların, özel
okulların, vakıfların, derneklerin yaptığı çalışmalar umut verici.
İşitme engelli öğrencilerin normal okullarda yaşıtlarıyla birlikte eğitim almaları, onların sosyal ve duygusal yönden hayatı paylaşımlarını
daha da kolaylaştıracağı düşünüldüğünden “kaynaştırma” dediğimiz
bu uygulamanın yaygınlaştırılması için de ciddi anlamda çalışmalar var.
İşitme Engelli İlköğretim Okullarından mezun olanlardan durumu
uygun olanlar, İşitme Engelliler Meslek Liselerine veya Endüstri Meslek,
Ticaret Meslek ya da Kız Meslek Liselerine Bakanlıkça sınavsız olarak
yerleştirilmektedir.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Engelliler Entegre Yüksek Okulu’nda,
yüksek öğrenim yapmak isteyen öğrencilere de olanak tanınıyor.
Öğrenciler bu okulda,
Yapı ressamlığı Ön Lisans Programı, Bilgisayar Operatörlüğü ,
Seramik Sanatlar, Grafik Sanatlar ve mimarlık alanlarında eğitim görmekteler. Bu okullara giriş Ö.S.S. sonuçlarına göre ön kayıtla ve
yetenek sınavı ile yapılmaktadır.
Öğrenciler, kendilerini ifade etmelerinin en kolay şekli olan işaret dilini kendi aralarında etkin bir biçimde kullanıyorlar.
Kendilerine özgü bir dünyaları var. Birbirleri ile tam bir dayanışma
ve yardımlaşma içerisindeler.
Öğretmen-öğrenci arasındaki öğretme-öğrenme iletişiminin nasıl
sağlandığı konusundaki sorumun yanıtını 3. sınıf öğretmeni Mustafa
Karabucak, uygulamalı olarak gösteriyor.
M.Karabucak, telsiz cihazındaki mikrofonla öğrencisine komut
veriyor. Öğrenci bu komutu, kendisinde bulunan kulak arkası bireysel
işitme cihazındaki alıcı sayesinde yerine getiriyor.
Öğretmen-öğrenci arasındaki o müthiş bağı burada da fazlasıyla
hissediyorum.
Okuldaki sessizliği bozan zil sesi oluyor.
Ders üçte bitiyor.
Öğrenciler meraklı bakışlarla, işaretlerle soruyor kim olduğumu.
İşaretlerle anlatıyor Zeki Bey.
Gülümsüyorlar.
Gülümsüyorum.
Onları duymanın diğer bir yolu.
Duymuyorlar ama hissediyorlar, gülümsüyorlar, el sallıyorlar…
Vedalaşıyoruz…
ferda balkaya çetin
16.02.2008/İl Gazetesi

23 NİSAN'DA ÇOCUK OLMAK

ellerin kar beyazı
yüzün ay beyazı
yüreğin su beyazı
yaşıyorsun mutlu
beyaz düşlerinle
bana da bir yer verir misin
beyaz ülkende
diyerek gittim, Karaahmetli İlköğretim Okulu’ndaki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlama etkinliklerine.
Öğrencilerimin neşesi, enerjisiyle.
İçimdeki çocuğun bayram sevinciyle.
Bambaşka bir duygudur çünkü 23 Nisan’da çocuk olmak.
O günün sabahına uyanmak.
Kırk yıl öncesine gittim bir an…
Şimdiki adı Tınaz İlköğretim Okulu,
Benim okuduğum yıllarda Atatürk İlkokulu idi.
Öğretmenim Emin Tekin ( saygıyla anıyorum). Kırmızı puanlı bir elbiseyle bayrama katılışım, sergilediğimiz
oyun, tören geçişi sırasındaki mutluluğum, heyecanım dün gibi aklımda.
En güzel anıları saklar belleğimiz çocukluğumuza, 23 Nisan’a dair.
Bugün ise,
Daha farklı bir coşku var içimde.
Öğrencilerimle birlikte yaşıyorum şimdi bu coşkuyu…
Beni de aranıza alın çocuklar
Beni de…
Sizin gibi duymak
Sizin gibi düşünmek,
Sizin gibi sevmek isterim
Günü, güneşi,
Dostluğu, dostu, kardeşi…” der ya şair,
Ne olur beni de alın aranıza,
Beni de…
Ben de sizin gibi düşünen,
Sizin gibi yaşayan biri olayım.
Aranızda bulurum çocukluğumu ancak…
ferda balkaya çetin/26.04.2009

ÇOCUKLARIMIZ KARNE ALDI

İlk ve orta öğretimdeki okullar tatile girdi, karne sevinci ile birlikte.
Çocuklarımızın en heyecanlı oldukları gün.
Ve en mutlu.
Çocukluk günlerimizin en güzel anılarından biridir karne günleri.
O dönemi düşünürken,
Siyah önlükler, ütülü beyaz yakalar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor...

Sabah erkenden
Sevinçle koşarak okula gittiğimi, adım okununcaya kadar geçen süre içindeki sabırsızlığımı, heyecanımı, karnemi alırken bana ışıl ışıl bakan
öğretmenimin bakışlarını hatırlıyorum.
Sevincimi benimle paylaşan, sevecen sımsıcacık bakışlarını...

Öğretmenin,
Gerek davranış, gerek söz, gerek bir bakış ile öğrencisi üzerinde olumlu ya da olumsuz bıraktığı o müthiş etkileri düşünüyorum.
Salt bu yüzden anne baba olarak da çocuklarımıza karşı ne kadar hassas davranılması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Karneye yansıyan notlar nasıl olursa olsun pozitif bir tutum sergilemek, önce başarılı notları takdir edip, varsa daha sonra düşük notlar için motive edici sözlerle başarıya yönlendirmek yerinde olur.
Düşük notlar üstesinden gelinemeyen bir güçlüğün ifadesidir.
Kişiliğinin değil.
Kıyaslama yapmadan
Çocuklarımıza
Karşılaşacakları güçlüklerde yalnız olmadıklarını hissettirmek, yüreklendirmek, çözüm önermek, güven duygusunu artıracak mesajlar vermek gerekir.
Söz ve davranışlarımız bir bütün içerisinde,
Geri bildirimler olumlu, açık ve net
Takdir etmeler ve ödüllendirmeler de yerinde olmalı.
Unutmayalım ki,
Bir çocuk için anne babasından alabileceği en büyük hediye koşulsuz sevgileridir.
16.08.2008/İl Gazetesi

YEREL BASIN NEDEN ÖNEMLİDİR?

Günümüz Türkiye’sinde yerel basın görünüm olarak her ne kadar ulusal basının gölgesinde kalmış gibi bilinse de paralellik taşıdığı göz ardı edilemez.
Hatta üstlendiği sorumluluk ve işlevselliği itibariyle ulusal basının önünde yer alır.
Almalı da…
Ve daha da önemlidir.
Neden?
Toplumsal kimliği ile önem kazanan yerel basın;
Demokrasi kültürünün yerleşmesinde ve sağlıklı işlemesinde,
Kamuoyunun özgürce oluşmasında,
Demokratik çok sesliliğin gelişmesinde,
Kültürel mirasın korunmasında önemli bir rol oynar.
Alt yapı oluşturur.
O bölgenin ticari, sosyal ve ekonomik gelişimini içeren bilgi ve belgelerin yazılımı ile arşiv olma özelliği çıkar ortaya.
İlk basamaktır.
Halkla yönetim arasındaki köprüdür.
Yerel gazeteler yayımlandıkları yerin insanlarıyla iç içe hatta onlardan bir parçadır.
İnsan doğal olarak yaşadığı yerdeki olaylar ve gelişmeler hakkında bilgi edinmek, sorunlarına karşı çözüm üretmek-istemek-sesini duyurmak ister.
Yerel basın bu bağlamda çok önemli bir konum arzeder.
İnsanların gözü, kulağı olur.
Doğru ve yeterli bilgiyle yönlendirilen birey kazandığı duyarlılıkla, ortak bir amaç doğrultusunda oluşan dayanışma ile yaşadığı yerin gelişimine önemli katkılar sağlaması kaçınılmazdır.
Toplumun tercihleri doğrultusunda yapılan objektif değerlendirmeler,
Doğru haberler,
Köşe yazıları da toplumsal dinamiğin tetikleyicisi değil midir zaten?
İnsanların zihnini sorunlara karşı uyanık tutmak demek…
Toplumsal kazanımı yakalamak demek…
Ve insanlardaki bakış açısını değiştirebilmek, fark yaratıp…
Kamu hizmetlerinin denetlenmesindeki etkin rolü de unutulmamalı.
Ötesinde,
Mülki amirine, siyasetçisine, bürokratına ortak bir ses oluşturacaktır hiç şüphesiz.
Bir yönüyle de ülke basınına malzeme sağlayan yerel basının salt yöre sorunlarına dayalı bir haber kaynağı olmaları düşünülemez, beklenemez.
Aktüalite, spor, sanat, eğitim, ekonomi, teknoloji, iç ve dış dünyaya da pencere olmak durumundadır.
Okuyucusuna cazip gelmesi açısından.
İşte bu noktada yerel basının farkı ve yüklendiği sorumluluk bir kez daha çıkıyor ortaya.
Toplumların ve ülkelerin kaderinde önemli bir rol oynayan basın,
Saygınlığını,
İnandırıcılığını korumak zorunda.
Gelişmekte ve gelişim sancılarını üzerinde taşıyan ülkemiz gerçeğinde düşünecek olursak,
Yaşanan ve yaşanacak olumsuzlukların hesabı daha iyi yapılabilinir.

Türkiye’de binden fazla yerel gazete var.
Bir çoğu yıllardır sürdürüyor yayın hayatını.
Bir yerel gazeteyi yaratmak ve yaşatmak,
Emek, zaman ister.
Azim ve maddi güç ister.
Heyecan ve coşku da…
16 Eylül 1983 yılından beri ilkeli yayın anlayışı ile hizmet veren, bir parçası olmaktan her zaman mutluluk duyduğum İl Gazetesi’ nin kuruluş coşkusu yaşanıyor bugün…
Çıkılan bu yolda verilen mücadeleyi kutluyor,
Başarıyı alkışlıyorum.

Okuma isteğinin yaygınlaştığı, yerel basın ruhunun daha da geliştiği bir Türkiye özlemi ile…
16.09.2009/İl Gazetesi

ÖZLEM, DOSTLUK , VEFA...

Bayram ertesi Salı günü ilk görev yerim olan Bartın’daydım.
Ve bana salt evlerini değil,
Kucaklarını, yüreklerini açan, bağırlarına basan Hacıköy’ümde.
Beni oraya çeken,
Bende kalan güzellikler, özlemler…
Beni oraya çeken,
Orada bıraktığım,
Yüreğimde karşılığı olan sıcacık, fedakâr insanların içten sevgileri…
Anılarım…
Vefa borcum biraz da.
Bartın…
Hayallerimin, ideallerimin, yapmak istediklerimin gerçekleştiği, başladığı yer.
***
Bartın’a ulaştığımda şehri boydan boya esir almış yeşilin, cenneti anımsatan muhteşem görüntüsünü içime doldurup 13 km daha içeriye; ufka kadar uzanan orman tünellerinden geçerek Hacıköy’üme kavuştum.
İçim içime sığmıyordu heyecandan.
Bu ilk gidişim de değildi.
Düşüncelerim anılarımla yoğunlaşırken geçen 25 yılın zaman tünelinden gidip geldim, dünden bugüne.
Yıllar nasıl da akıp geçiyor.
***
Sabah erkenden uyandım.
Pırıl pırıl bir güneş gülümsüyordu ufuktan.
Her yer ıpıssız, sessiz.
Yol boyunca dizili, içinde güzel insanların yaşadığı tek katlı evlerin arasından heyecanlarla geçerek görev yaptığım okula geldim.
Çocuksu sevinçlerle...
Taşımalı eğitime geçildiği için boş olan sınıflarda öğrencilerimi aradım, gözlerim buğulu…
Okul bahçesinde neşeyle koşan çocuklar beliriyordu hayalimde.
Kutladığımız bayramlar.
Sobayı yakmak için verdiğimiz uğraş, üşüyen ellerimiz…
Durup baktım bir kez daha hüzünle.
Yüreğimde özel bir yeri olan Hacıköy’de olduğum için de mutlu.
Hâlâ aynı sıcaklıkla karşılanmak güzeldi.
“Evine hoş geldin” diyecek kadar beni kendileriyle bütünleştirmeleri, bu denli içselleştirmeleri güzeldi.
Seviyorum sizi, hem de çok…
***
Bazen hayalini kurduğum bir düşüncenin ertesi günü sürpriz bir şekilde gerçekleştiğini görürüm.
Çünkü devam ettirir kendisini.
Hayatımızın her döneminde varlıklarıyla mutlu olduğumuz dostlarımız olmuştur. Özlediğimiz.
Görmek isteriz.
Ve gideriz.
Tıpkı Bartın’a gidişim gibi.
Gerçekleşir düşüncemiz.
Sonra,
Ve bir rüya gibi gelir ve geçer.
Bir tek,
Yaşanan sevgiler, içten dostluklar, paylaşılan sevinçler ve hüzünler, iyilikler ve belleğe yerleşen güzel anılar kalır geriye.
Ve sonsuza kadar sürer.
Zaman geçmiyor.
Biz geçip gidiyoruz içinden.
***
Hacıköy’de bıraktım bir parçamı.
Bir parça da o güzel insanlardan alıp getirerek yüreğimde…

Ferda Balkaya Çetin
O6.12.2009/iL GAZETESİ
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...